Bir süredir The Watch Library Foundation (WLF) veya Türkçesiyle söylersek Saat Kütüphanesi Vakfı ile ilgili çıkan haberleri heyecanla okuyorum ve ister istemez şahit olduğum benzeri süreçleri düşünüyorum. Ama önce Babil Kulesi benzeri müthiş zor bir işe girişen bu vakfı anlatayım: WLF 2021’de bir avuç insan tarafından kurulmuş, 2022’de ise hayır kurumu statüsüne alınmış.
Vakıf; koleksiyoncular, tarihçiler ve meraklılar için dijital bir arşiv inşa ediyor. Vakfın hedefi geçmişten bugüne bütün ayrıntılarıyla saat yapımcılığı mirasını toplamak ve erişime açmak. İsviçre ve Fransa çok sayıda saat yapımıyla ilgili arşive sahipken, Almanya, İtalya, İngiltere, Japonya ve ABD gibi ülkelerde de hiç dokunulmamış muazzam kaynaklar var. WLF, cahil sosyal medya ünlüleri eliyle yalan yanlış bilgilerin yayıldığı bir mecra için önemli bir girişim.
Daha işin başındalar diye düşünebilirsiniz. Öyle değil. Bu yazıyı yazdığım sırada en eskisi 1650 tarihli olmak üzere vakfın internet sitesinden ücretsiz olarak kullanıcılara sunduğu taranmış belge sayısı 325 bin 442!
Arşivci olmak zor zanaat!
Açıkçası, arşivcilerin el üstünde tutulduğu ve arşivlerin çok değerli görüldüğü bu girişime gıpta ettim. Daha öğrenciliğimden başlamak üzere son 30 yılda arşiv konusunda öyle tuhaf şeylerle karşılaştım ki yaşadıklarımı bir ders yılı boyunca anlatabilirim!
İstanbul Üniversitesi’nde Arşivcilik bölümünde okurken “ne okuyorsun?” diye soran büyüklerime arşivi anlatmaya çalışırdım. Konuşma uzadıkça zorlanırdım, zaten çok da uzamazdı “işsiz kalacaksın yani” deyip sırtlarını dönüp giderlerdi. Nedense hiç kimse “arşivcilik” deyince heyecanlanmazdı. Oysa ben okuduğum bölümü çok ilginç buluyordum.
Osmanlı arşivlerinde çalışmak gibi bir hayalim hiç olmadı, hep modern bir arşivde çalışmak istedik. Fakat bir Osmanlı arşivinde staj yapmak zorunluydu. İstanbul Valiliği’nin bahçesinde mimarı Gaspare Fossati olan ve 1848’de ilk arşiv yapısı olarak hizmete açılan Hazine-i Evrak binasında stajımı yaparken görevli memurlarla tartıştığım için okul tarihinde stajı kabul edilmeyen ilk öğrenci oldum!
Hazine-i Evrak olayları
Görevim Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı) arşivindeydi, bir stajyere zaten önemli bir belge verilmez, ufak tefek işler yapıyordum. Lakin bir gün yanımda Atatürk ve Milli Mücadele kahramanlarına ağır küfürler edilince dayanamayıp uyardım ve tartışma çıktı. Zaten Atatürk’e küfreden adamı hiç gözüm tutmamıştı, arşive geldiğim günden beri sürekli telefonda borsa ve hisse senetlerine yaptığı yatırımlarla ilgili konuşuyordu. Beklediğim gibi tartışmadan sonra dışlandım, kimse benimle konuşmadı.
Staj bitince hakkımda “beceriksiz, tembel, iş bilmez ve saygısız” diyerek rapor tutulduğu ve stajımın başarısız olduğu söylendi. İkinci kez Osmanlı arşivlerine ama bu kez başka bir bölüme gönderildim. Aynı zihniyet orada da vardı ama zor atlattığım bir olay dışında kimseyle kavga etmeden kazasız belasız stajı bitirebildim.
Serin sulardan kızgın kumlara
Modern arşiv stajımı da Tarih Vakfı’nda yaptım. Haliç kıyısında şahane bir yerdeydi. Öğle yemeklerini aynı binanın üst katındaki lüks bir restoranda yerdik. Çok mutluydum, vakıfta mutlak sessizlik vardı, oysa öğrenciyken işe başladığım Milliyet Arşivi öyle değildi. Bahçeye helikopter iniyor, fotoğrafçılar filmleri banyo yaptırmaya PrePress katına koşturuyor, oradan ellerinde uzun film şeritleriyle fırlayıp yazı işlerine gidiyor, her yerden gece yarısına kadar hiç susmayan klavye sesleri geliyor, bir haber için kıran kırana tartışanlar oluyordu. Çok şaşkındım.
Arşiv de benzerdi. İstenen bilgi, fotoğraf dosyası veya sayfa neyse “Hemen!” isteniyordu. Hemen olmazsa en geç bir saat içinde mutlaka aranan belge ve bilginin bulunması gerekiyordu. “Milliyet” kraldı ama ben geldikten bir yıl sonra aynı binada 4 gazete birden çıkmaya başlayınca ister istemez birçok trajikomik olay yaşandı.
Bir ömür törpüsü: Dijitalleşmek!
2000’lerin başında dijitalleşme projesi başladı. Almanya’dan dokunmamıza bile izin verilmeyen son derece pahalı bir tarama cihazı getirtildi. 1950’lerden başlayarak gazete ciltleri tek tek söküldü, tarandı ve tekrar ciltlendi. Bir yandan koşturmaca ve taleplere cevap verme işleri devam etti. Günün nasıl bittiğini anlamazdım. Arşiv adına yazı işleri toplantılarına katıldığım bir dönem de oldu. İşte o arada saçlarım ağardı.
Bu dijitalleş(tir)me çabası aradan geçen yıllar boyunca bazen ara verilse de hiç bitmedi ama kısmen biten bazı projeler oldu. Yazılı olan belgeleri taramak ve bir sisteme aktarmak belli bir zaman istese de sona erdi ancak fotoğrafların taranması ve aktarılması işi hiç bitmedi. Çünkü hem malzeme bitmedi hem de bu iş düşünüldüğü kadar kolay değildi. Dia ve negatiflerin taranmasıyla iş bitmiyor, bir de fotoğrafların temizlenmesi ve kayıt süreci var. O arada yaşananlar başka bir hikâye.